Böyle bir güzelliği görmeden sakın ömrünüzü geçirmeyin derim.
Yeşilin bu kadar çok tonu olabileceği ancak oralara gidildiğinde anlaşılabilir.
Bulunduğum mevki Rize'nin Çamlıhemşin ilçesinin Çat Köyü civarı , aslında tam köy değil köyün eteklerinde sonradan kurulan bir yerleşim yeri. Genelde yazları 10 - 15 evin canlı olarak bulunduğu kışları herkesin ya ilçedeki ya da büyük kentlerdeki evlerine çekildikleri çok sevimli bir yerleşim birimi ,doğa harikası.
Evlerin dışında her türlü hizmet veren birde pansiyonu bulunmakta " Cancık Pansiyon " her türlü hizmet diyorum , hem pansiyon , hem market , hem kahve , hem restaurant hemde terminal :-)
http://cancikpansiyon.net/index.htm
Her sabah saat 06,30 civarı kalkıp kayınpederim ve eşim ile bu köprüye ( Çılanç Köprü ) kadar sabah yürüyüşümüzü yapıp hemen yanı başından akan mis gibi suyudan bir bidon su doldurup eve dönerek kaymak ve baldan oluşan kahvaltımıza kavuşuyorduk:-)
Yol boyunca yüzlerce çeşit bitki bizlerle birlikte sanki seyehat ediyor. Renkler artık yavaş yavaş sonbaharı hatırlatsa bile hala canlı ve parlak hayat dolular. Hele birde hafif bir yağmurun ardından tertemiz görünümleri insanı hayran bırakıyor. Etraf kuşburnu dolu , çocukluğumda teyzemlerin gün boyunca çuvallarla yaptığı kuşburnu marmelatları gözümün önüne geldi , en zor ve emek isteyen işlemlerdi , acaba hala aynı zorlukla yapanlar varmıdır yoksa teknolojik aletlerden faydalanılıyormudur?
Hemen hemen hergün bir , iki , bazen üç tane bunun gibi tatlımı tatlı komşu kızları hemen evin önündeki çitin ardında bulunan küçücük derenin başına geliyorlar, Hele hava sıcak oldumu hem su yanında olmak hemde ağacın gölgesine sığınmaktan başka çareleri yok.
Bulunduğumuz ortamdaki yegane sesler ; kuş , dere ve ineklerin boyunlarındaki çan sesleri. Daha sonra İstanbul'a gelince hele işe başladığım ilk gün etraftaki insan ve ses kirliği beni kısa süreli bunalıma soktu , " ne işim var benim burada " dedirtti. Ama maalesef hemen adepte oluverdim :-)
Sabahları yanan kuzine öğlene doğru sıcak havanın etkisiyle ihtiyacını yitirirken akşam 7 den sonra çıtır çıtır yanan odunlarıyla kırmızı ışık saçan şömine vaz geçilmez bir tat veriyor. İster Eylül ayında ister Temmuz ayında olun şömine ve yün yorgan hiç bir zaman fazla gelmez oralarda , bunlar oranın en zevkli parçalarıdır.
Evimizin çok yakınında çok büyük bir alabalık çiftliği var. Alabalıklar dere suyunda yetiştiriliyor .Alabalık yemek köye gidince kaymak , tereyağ yemek kadar önemli. Hem çok lezzetli hemde görerek satın almak ayrıcalıklı.
Bu çiftlikte sanırım 20 nin üzerinde havuz mevcut , havuzlarda inanılmaz çoklukta balık mevcut , bazıları damızlık ve anaç neredeyse torik büyülüğünde bazılarıda fotoğrafta ne kadar fark edilebilir bilmiyorum ama sarı ve mavi .
Ya fırında ya da tereyağda kızartma şeklinde yediğimiz balığı bu sefer ben ele alarak , bildiğim bir tarif ile yaptım. Bu tarifte sevgili arkadaşım Özlem'in palamut tarifinden yola çıkılan bir tariftir , sadece limonu unutulmuştur :-)Bu kadar güzel yerlerin arasında sizlere birazda yemeğimizi tanıtayım :-))
Güzelce temizlenip ayıklanmış balıkları çok az tuzluyoruz. Ocağın üzerinde pişmeye uygun tepsi hafifçe zeytinyağı ile yağlıyoruz.
Sırasıyla ; halka halka doğranmış kuru soğanı tepsiye diziyoruz , üzerine halka halka çok kalın olmayacak şekilde doğranmış patatesleri diziyoruz . Balıkları yatırıp içlerine bir kaç parça sarımsak koyup , domates , yeşil biber , kalan sarımsakları ve maydanozları fotoğrafta görüldüğü gibi yerleştirip üzerine çok az karabiber serpip ufak parçalar halinde tereyağını koyuyoruz.
Daha sonra ,tabi ben bulunduğum ortamın güzellerinden faydalanarak üzerine bir büyük boy tepsi kapatıp kuzine üzerinde yavaş yavaş pişirdim , ama kısık ateşte ocakta yapılabilir.
Sobanın üzerinde suyunu salıp soğan , patates ve balıkları pişen yemeğimizi.
Kuzinenin fırınına ya da şehir koşullarına göre normal fırına atıyoruz. Bir müddet kızarmasını sağlıyoruz.
Hafifçe kızarıp suyunu çekmiş olan yemeğimiz afiyetle yemeğe hazır hale gelmiş bulunmakta :-)
Yanına ise sadece mis gibi yörenin bahçelerinden kopmuş çıtır çıtır marul salatası ve nacizane birer dublede rakı :-))
Ama bu yemeği yaparken mutfak penceresinden görünen manzarayıda sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim. Kıskanılmayacak gibi değil değilmi :-)
Bu manzarada salonun penceresinden dumanın dağlardan inmeye başladığını gösteren manzara .Güneşte ayrı , dumanda ayrı , yağmurda ayrı güzel.
Bir haftalık tatilimizin dönüş yolunda restore edilen Zil Kaleyi gezmeyi planlıyorduk ama kısmet olmadı sadece yenilenmiş hali ile fotoğraflarını çektim.Epeyce büyütmüşler ama kullanılan taşlar geçmişi değilde günümüzü çağrıştırıyor , ama söylenen 1 sene sonra tüm kullanılan yeni taşlar eski havasına bürünecekmiş , umuyorum.
Köyden Pazar'a inerken bindiğimiz minibüsün diğer yolcuları ise tüm yolculuk boyunca güzel sesleri ile bize eşlik eden bu sevimli ördeklerdi:-)) Yazlık evlerinden kışlık evlerine göç ediyorlardı , tüm yazı yaylada geçirmişler kışı Pazar'daki evlerinde geçireceklermiş , özgürlükleri biraz kısıtlanacak ama Nisan ayı gibi gene özgür özgür yaylalarında dolaşırlar :-)
Ve işte yolcuğun son noktası , yaklaşık 10 saat kadar Trabzon'da vakit geçirip bineceğimiz uçağı beklerken olan halimiz:-)
Bu güzellikleri mutlaka yaşayın , 1 haftalık denizde harcağınız zamanı burada harcadığınız zaman inanın sanki 1 ay tatil yapmış gibi dinleniyorsunuz.
Sağlıcakla kalın.
4 Ekim 2010 Pazartesi
Karadeniz ve Kuzinede Alabalık
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
3 yorum:
İnşallah bizede nasip olur gitmek ve bu güzellikler içinde nefes olmak
Paylaşımınız için teşekkürler, sevgiler
oraları gormek ıcın fırsat kolluyorum doga harıka gorunuyoo paylasım ıcın tesekkurler :)))
her şey çok güzel bayıldım. ama rakı ya hayır iyi günler.
Yorum Gönder